Yaz tatilinin rehaveti yerini yeni dönemin koşturmasına bırakırken, ebeveynler yeni sezon dizi takvimlerini, öğrenciler ise ders programlarını organize ediyor. Çantalar hazır, dersler seçilmiş, gözler ise yeni sezonun ilk bölümlerinde. Son dönemde en çok rağbet gören yapımların başında ise psikologların hasta anılarını anlatan diziler geliyor. Belki de bu diziler, tatil rehavetinden çıkıp hayatın gerçeklerine dönerken ruhsal yükümüzü hafifletecek bir kaçış noktası sunuyor. Ama gelin bu "terapi seansı"nın bizi gerçekten iyileştirip iyileştirmediğini sorgulayalım.
Dizi Dizi Terapi !
Bu dizilerin en büyük iddiası, ruh sağlığı sorunlarını normalleştirmek ve terapiyi görünür kılmak. İlk bakışta kulağa hoş gelse de, bu durum içerikleştirme (commodification) adı verilen bir süreci tetikliyor. Yani, terapi gibi ciddi bir pratik, ticari bir ürün haline geliyor ve eğlence sektörünün dinamiklerine göre yeniden şekilleniyor. Bu dönüşüm, gerçek terapi süreçlerini tahrif ediyor; çünkü ekranda yaklaşık 2,5 saat boyunca çözülen bir travma ya da iyice travmatik olan bir vaka, izleyicinin zihninde yanlış bir beklenti yaratıyor. Oysa gerçek hayattaki iyileşme uzun zamanlı bir süreç gerektiriyor. Bu durum dizideki hızlı çözümlerin gerçeklikle uyuşmayan bir tablo çizmesine yol açıyor.
Travmaları Yarıştırmak
Dahası bu dizilerdeki yoğun ve abartılı dramalar, izleyicinin kendi sorunlarını daha da büyütmesine neden olabiliyor. Medya sosyolojisinde bu durum, izleyicinin kendisini dizideki karakterlerle kıyaslayarak sosyal karşılaştırma teorisini (social comparison theory) tetiklemesi olarak açıklanır. Zaten zorlu bir hayat mücadelesi veren bir insan, ekranda izlediği trajedilerle kendi hayatının ne kadar "zor" olduğunu teyit edip, çaresizlik hissini daha derinden yaşayabilir. Bu durum bir tür medya kaynaklı melankoliye kapı aralayabilir. Etrafımızda herkesin acı çektiğini görmek, bizi yalnız hissettirmese de, umutsuzluğa sürükleyebilir.
Özetle...
Unutmamalıyız ki, terapi bir seyir sporu değildir. Hayatımızın engebeli yollarını aşmak, pasif bir izleme deneyimiyle değil; aktif bir katılımla ve uzman desteğiyle mümkün. Ekrana yansıyan hikayeler, yalnızca birer temsil (representation) olup, kendi gerçekliğimizin yerini tutamaz.
Kendi hikayemizin kahramanı olmak ve değişim için ilk adımı atmak, bir dizinin son bölümünü izlemekten çok daha değerli bir eylemdir.