Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlenen hava saldırısı, dünya siyasetinin en çarpıcı gerçeklerinden birini yeniden gözler önüne serdi: İsrail'in uluslararası hukuk tanımaz tavırları karşısında Batı dünyasının ikiyüzlü ve çıkar odaklı yaklaşımı. Avrupa Birliği (AB) yetkilileri, saldırının hemen ardından sert açıklamalar yaptı, İsrail'e yönelik yardımların durdurulacağından, ticaret anlaşmalarının askıya alınacağından ve "aşırılık yanlısı bakanlara" yaptırımlar uygulanacağından bahsetti. Ancak bu açıklamalar, kulağa ne kadar kararlı gelse de gerçekte Avrupa'nın İsrail karşısında alabileceği herhangi bir ciddi önlemle uzaktan yakından ilgisi yok.
Bugün karşımızda duran tablo, Avrupa'nın dünyaya dönük timsah gözyaşlarından ibarettir. AB'nin bu tarz çıkışları, İsrail'in Gazze'de, Kudüs'te, Batı Şeria'da ve hatta artık komşu ülkelerin başkentlerinde uyguladığı yıkım karşısında kendi vicdanını aklama çabasından başka bir şey değildir. Asıl soru şudur: Avrupa, gerçekten İsrail'e karşı adaletli bir duruş sergileyebilir mi? Cevap nettir: Hayır. Çünkü Avrupa'nın siyasi yapısı, çıkar ağları ve özellikle İsrail ile kurduğu stratejik ilişkiler buna izin vermez.
Avrupa'nın Çelişkili Tavrı
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı açıklamalar ilk bakışta sert görünüyordu. İsrail'e yapılan yardımların durdurulacağı, ticaret ortaklıklarının askıya alınacağı söylendi. Ancak ayrıntılara bakıldığında, yardımların durdurulması yalnızca İsrail devletine ve hükümete yapılan doğrudan ödemeleri kapsıyor. Yad Vashem gibi kurumlarla iş birliği ve anma faaliyetleri ise kapsam dışı tutuldu. Yani, Avrupa aslında İsrail'in sistematik olarak işlediği suçlara karşı değil, sadece kamuoyunun baskısını azaltmaya dönük göstermelik bir tavır aldı.
Dahası, ticaret anlaşmasının askıya alınması için AB ülkelerinin nitelikli çoğunlukla karar alması gerekiyor. Bu, pratikte neredeyse imkânsız bir durum. Çünkü Fransa, Almanya gibi ülkeler, hem tarihsel hem de stratejik nedenlerle İsrail'in yanında durmayı sürdürüyor. Silah satışları, istihbarat iş birlikleri, teknoloji transferleri ve ekonomik ilişkiler göz önüne alındığında, Avrupa'nın gerçekten İsrail'e karşı adım atması beklenemez. Daha önce de benzer karar tasarıları gündeme geldi ama hiçbirinde birlik sağlanamadı. Bu nedenle Avrupa'nın bugünkü çıkışı da yalnızca bir göz boyamadan ibarettir.
Çifte Standardın Anatomisi
Avrupa'nın İsrail politikası baştan sona çifte standartlarla doludur. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük gibi değerleri sürekli dile getiren Avrupa, konu Filistin olunca bir anda sessizleşir. Ukrayna işgal edildiğinde Rusya'ya karşı uygulanan sert yaptırımların hiçbir benzeri İsrail için gündeme getirilmez. Çünkü Avrupa, İsrail'i Orta Doğu'daki kendi çıkarlarının bir garantisi olarak görür.
Silah satışları bunun en somut örneğidir. Avrupa ülkeleri, yıllardır İsrail'e milyonlarca dolarlık silah ve mühimmat satışı yapıyor. Araştırma programları, teknoloji anlaşmaları ve ticaret kolaylıklarıyla İsrail, Avrupa için vazgeçilmez bir ortak haline getirildi. Dolayısıyla Avrupa'nın İsrail'e yönelik yaptırım kararı alması, kendi ekonomik ve stratejik çıkarlarını baltalaması anlamına gelecektir. Bu yüzden her seferinde sert açıklamalar yapılır ama sahada hiçbir şey değişmez.
Gazze ve Mısır'ın İhaneti
Avrupa'nın çifte standartlarını konuşurken, İslam dünyasının sorumluluğunu görmezden gelemeyiz. Gazze yıllardır abluka altında. İsrail'in uyguladığı kara, hava ve deniz kuşatması, Filistinlileri adeta açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm etti. Ancak bu ablukayı en çok güçlendiren ülkelerden biri, ne yazık ki Müslüman bir ülke olan Mısır'dır.
Mısır, Refah Sınır Kapısı'nı kapatarak Gazze halkını adeta kaderine terk etmiştir. Daha da acısı, bu tutum tesadüfi değildir. Hatırlayalım; Mısır'ın meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, halkın oylarıyla iş başına gelmişti. Fakat İsrail'in aleni desteğiyle yapılan darbeyle devrildi. Yerine getirilen Abdulfettah el-Sisi, İsrail'in en büyük müttefiki haline geldi. İsrailli yetkililer, Sisi darbesine verdikleri desteği açıkça dile getirmiştir. Bugün Mısır yönetiminin Gazze kapılarını kapatması, bu ilişkinin doğal bir sonucudur.
Yani mesele sadece İsrail'in zulmü değil; aynı zamanda bazı Müslüman ülkelerin bu zulme ortak olmasıdır. Gazze'deki masum çocukların, kadınların ve yaşlıların feryatları sadece Tel Aviv'in değil, Kahire'nin, Riyad'ın ve Abu Dabi'nin politikalarıyla da doğrudan bağlantılıdır.
Arap Birliği'nin Sessizliği
Arap Birliği, adı büyük ama etkisi olmayan bir örgüt haline gelmiştir. Her saldırı sonrası yapılan göstermelik toplantılar, yayınlanan etkisiz bildiriler dışında ortada somut hiçbir adım yok. Oysa Arap ülkeleri ekonomik açıdan devasa bir güce sahip. Enerji kaynakları, finansal imkanlar, nüfus potansiyeli düşünüldüğünde, İsrail üzerinde ciddi baskı oluşturabilecek bir kapasiteye sahipler. Fakat bu güç, ne yazık ki Batı'ya yaranma çabası içinde tüketiliyor.
Son yıllarda Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalaması, Filistin davasına vurulmuş en büyük darbelerden biridir. Bir yandan Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya baskınlar yapılırken, diğer yandan Abu Dabi ve Manama'da İsrail bayrakları dalgalanıyor. Bu çelişki, İslam dünyasının içine düştüğü derin çıkmazı göstermektedir.
İslam Dünyası İçin Çıkış Yolu
Bugün yapılması gereken bellidir: İslam dünyası, Batı'dan medet ummayı bırakmalı ve kendi birliğini inşa etmelidir. Avrupa'nın ikiyüzlü tavırları defalarca tecrübe edilmiştir. Filistin'in özgürlüğü, ancak İslam dünyasının ortak bir duruş sergilemesiyle mümkündür. Bunun için birkaç somut adım atılabilir:
- Ekonomik Yaptırımlar: İsrail ile ticari ilişkiler kesilmeli, enerji kozları kullanılmalıdır. Arap ülkeleri bu adımı atsa, İsrail'in en büyük dayanak noktalarından biri çöker.
- Diplomatik Baskı: İsrail'in uluslararası platformlarda yalnızlaştırılması için ortak diplomasi yürütülmelidir.
- Medyanın Gücü: İslam dünyasında medya, Filistin gerçeğini sürekli gündemde tutmalı, Batı medyasının çarpıtılmış anlatılarına karşı etkili bir dil geliştirmelidir.
- Sivil Toplum Dayanışması: Yardım kuruluşları ve sivil toplum örgütleri, Filistin halkına doğrudan destek sağlamak için koordineli çalışmalıdır.
Bu adımlar atılmadıkça, Avrupa'nın timsah gözyaşlarıyla avunmaya mahkûm oluruz.
Sonuç: Kendi Gücümüzü Hatırlamak
Doha saldırısı sonrasında Avrupa'nın yaptığı açıklamalar, bir kez daha Batı'dan adalet beklemenin boş bir hayal olduğunu kanıtladı. Avrupa, çıkarlarıyla çatışmadıkça hiçbir ülkeye gerçek anlamda yaptırım uygulamaz. Filistin için gözyaşı döker gibi yapar, fakat aynı anda İsrail'le ticaretini, askeri iş birliklerini ve siyasi ortaklıklarını sürdürür.
Asıl mesele, İslam dünyasının kendi gücünü hatırlamasıdır. Bugün Gazze'nin, Kudüs'ün ve tüm Filistin'in kurtuluşu, Avrupa'nın insafına değil; İslam ülkelerinin iradesine bağlıdır. Eğer bu ülkelerin yönetimleri gerçekten bağımsız bir duruş sergilerse, İsrail'in zulmüne karşı güçlü bir cephe oluşabilir. Aksi halde, Arap başkentlerinde İsrail bayrakları dalgalanırken, Gazze'de çocukların kanı akmaya devam eder.
Unutmayalım: Tarih, susanları da, zulme ortak olanları da yargılar. Avrupa'nın timsah gözyaşları bir gün unutulur, ama İslam dünyasının bu sessizliği asla unutulmayacaktır.
Kalın Sağlıcakla…