Toplumun Temeli Olan Aile
Toplum dediğimiz büyük yapının harcı, hiç şüphesiz ki ailedir. Sağlam ailelerden oluşan bir toplum, sağlam bireyler yetiştirir. Ahlaki değerlerin, insani faziletlerin, sevgi ve merhametin yeşerdiği ilk yer, anne-babanın oluşturduğu sıcak yuvadır. Ancak günümüzde maalesef aile yapımız ciddi bir tehdit altındadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri, nikâhsız birlikteliklerin normalleştirilmesi, hatta bir yaşam biçimi olarak topluma sunulmasıdır. Eskiden ayıp, günah ve utanılacak olan şeyler, bugün "özgürlük" veya "özel yaşam" kılıfıyla topluma adeta aşılanmaktadır.
Nikâhsız Birlikteliklerin Normalleştirilmesi
Televizyon ekranlarını açtığımızda, dizilerde ve filmlerde gördüğümüz sahneler, sanki "evlilik gereksiz, aşk sadece eğlenceden ibaret" mesajı vermektedir. Magazin programlarında kimin eli kimin cebinde belli olmayan ilişkiler "çağdaşlık" adı altında sunulmakta, nikâhsız birliktelikler alkışlanmaktadır. Oysa bu durum, en başta aile kurumunu hedef almaktadır. Çünkü evlilik, yalnızca iki kişinin bir araya gelmesi değil; toplumun huzuru, soyun devamı, nesillerin güven içinde yetişmesi demektir.
Bugün, evlilik dışı birlikteliklerin sayısı arttıkça boşanmaların arttığını, çocukların anne-babasız büyüdüğünü, insanların birbirine olan güveninin kaybolduğunu görmekteyiz. Nikâh olmadan kurulan her ilişki, aslında toplumun temel direğine vurulan bir baltadır.
Ahlaki Değerlerin Erozyonu
Bir toplumun ayakta kalmasını sağlayan en önemli unsur, ahlaktır. Ahlak olmadan ne devlet kalır ne de millet. Ancak günümüzde ahlaki değerlerin erozyona uğradığını acı bir şekilde izlemekteyiz. "Namus" kavramı artık alay konusu yapılmakta, "ayıp" denilen şeyler normal gösterilmekte, "günah" kavramı ise küçümsenmektedir.
Eskiden genç kızlar, giyecekleri gelinliği hayal eder, hayatlarını paylaşacakları eşlerine tertemiz bir şekilde kavuşurlardı. Hem bedenleri hem zihinleri hem de duyguları temiz olurdu. Bugün ise bunun tam tersi yaşanmaktadır. Erdem yerine sefahat, edep yerine rezalet, sevgi yerine hazcılık ön plana çıkmaktadır.
Oysa hayvan ile insanı ayıran tek şey, ar duygusudur. İnsan utanmayı, sıkılmayı, edebi kaybettiğinde, geriye sadece biyolojik bir varlık kalır. İşte bu yüzden, ahlakın yok edilmesi, insanlığın yok edilmesiyle eş değerdir.
Geçmiş ile Bugün Arasındaki Uçurum
Bundan sadece birkaç kuşak önce, insanlar evlilik için sabreder, ailesini kuracağı günü iple çekerdi. Gençler, gönül bağını kuracakları kişiyi sabırla beklerdi. Anne-babalar çocuklarını yetiştirirken onlara edepli olmayı, iffetli olmayı, sabırlı olmayı öğretirdi.
Bugün ise "anlık mutluluk" peşinde koşan bir gençlik var. İlişkiler günübirlik, haftalık ya da aylık olarak yaşanıyor. Ne kadar sürdüğünün bir önemi yok, çünkü artık "nikâh" kavramı geri plana itildi. Eskiden hayatın en büyük mutluluk kaynağı evlilikti, bugün ise sorumluluklardan kaçmak için evlilikten uzaklaşmak tercih ediliyor.
Bu durum sadece bireyleri değil, tüm toplumu çürütmektedir. Çünkü sağlam ailelerin yerini, dağınık ve geçici birliktelikler almaktadır.
Medyanın Zehirli Etkisi
Toplumun şekillenmesinde en büyük rolü medya oynamaktadır. Televizyon dizileri, filmler, magazin programları, şarkılar, sosyal medya içerikleri… Hepsi tek bir ağızdan aynı mesajı veriyor: "Nikâhsız yaşamak normaldir."
Sanat dünyasında "özgürlük" adına sergilenen rezillikler, magazin basınında sanki övülüyormuş gibi sunulmakta. Halbuki bu görüntüler gençlerin zihnine kazınıyor. Bir gencin bilinçaltında evlilik artık "gereksiz bir imza" olarak algılanıyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Topluma yol göstermesi gereken sanat, medya ve kültür dünyası neden bu kadar sorumsuz davranmaktadır? Neden iffet ve namus değil de sefahat ve rezalet yüceltilmektedir?
Dağılan Aileler ve Kayıp Nesiller
Bugün nikâhsız birlikteliklerin artmasıyla beraber, evlilik dışı hamilelikler çoğalmış durumda. Çocuklar, ya tek ebeveynin sorumluluğunda büyüyor ya da aile sıcaklığından mahrum kalıyor. Anne-babasız büyüyen çocukların ileride topluma kazandırılması da güçleşiyor.
Bunun yanı sıra boşanmalar rekor seviyelere ulaşmış durumda. Çünkü insanlar evliliği bir ömür boyu sürecek bir sözleşme değil, bir "kaçış" ya da "zorunlu formalite" olarak görmeye başladı.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur: Güvenin olmadığı bir toplum. Eşine güvenmeyen, çocuklarına güven vermeyen, komşusuna güvenmeyen bir toplum… Ve unutmayalım, güvenin bittiği yerde huzur da biter.
Kültürden ve Dinden Kopuş
Türk milletinin en büyük gücü, kültüründen ve dininden aldığı değerlerdir. Asırlar boyunca aile kutsal kabul edilmiş, evlilik bir ibadet gibi görülmüştür. Ancak modernlik adı altında bu değerler bir bir yok edilmektedir.
"Çağdaşlık" bahanesiyle yapılan rezillikler, aslında bizi özümüzden koparmaktadır. Modern olmak, ahlaksız olmak değildir. Gelişmek, yozlaşmak değildir. Ne yazık ki bu ayrım bilinçli bir şekilde yok edilmektedir.
Kültürümüzden, dinimizden, tarihimizden koptukça; aile kurumumuz zayıflıyor, ahlakımız eriyor, gençliğimiz savruluyor.
Çözüm Önerileri: Aileyi ve Ahlakı Nasıl Koruyabiliriz?
Her ne kadar tablo karanlık görünse de çözüm yolları vardır. Ancak bu çözümler, sadece bireysel değil, toplumsal bir seferberlik gerektirir:
- Eğitim: Çocuklara daha küçük yaşta aile, namus, edep ve ahlak kavramları öğretilmelidir. Okullarda aile değerlerine yönelik dersler işlenmelidir.
- Medya Denetimi: Televizyonlarda ve dijital platformlarda nikâhsız birliktelikleri özendiren içeriklere sınırlama getirilmeli, ahlaki değerleri yücelten yapımlar teşvik edilmelidir.
- Aile Politikaları: Devlet, evliliği teşvik eden, aile kurmayı kolaylaştıran politikalar geliştirmelidir.
- Toplumsal Farkındalık: Din adamları, öğretmenler, yazarlar, sanatçılar; kısacası topluma yön veren herkes aile kurumunun önemini anlatmalıdır.
- Örnek Olmak: Büyükler, küçüklerine örnek olmalı. Anne-babalar çocuklarına davranışlarıyla "temiz bir yaşamın" güzelliğini göstermelidir.
Sonuç olarak
Bugün geldiğimiz noktada, aile kavramı bir kırılma noktasında. Eğer bu gidişata dur demezsek, birkaç nesil sonra aile diye bir kurum kalmayabilir. Nikâhsız birliktelikler, boşanmalar, evlilik dışı çocuklar, güvenin yok oluşu… Tüm bunlar bir toplumun çöküşünün işaretleridir.
Unutmayalım ki, ahlak insani bir kavramdır, edep insani bir kavramdır. İnsan ile hayvan arasındaki fark, ar duygusudur. Eğer utanmayı, sıkılmayı, edebi kaybedersek, geriye sadece biyolojik bir varlık kalır. Oysa biz insanız, bize insanlığımızı veren şey ahlaktır, namustur, edep ve haya duygusudur.
Bu yüzden, ailemize, nikâhımıza, değerlerimize sahip çıkmalıyız. Çünkü aileyi kaybeden bir toplum, her şeyini kaybeder.