Kantarın topuzu kaçarsa, terazinin hiçbir hükmü kalmaz…
Bu söz, aslında mesleğimiz için de geçerli. Yüzyıllardır Anadolu'dan Mezopotamya'ya, Asur'dan Mervanilere, Mitranlardan Ninova'ya kadar uzanan köklü bir mutfak geleneğinin mirasçılarıyız. Dünyanın ilk kaynayan tenceresinden bugüne uzanan bu büyük kültürün taşıyıcıları olarak biz aşçılar, mesleğimizin özüne sadık kalmakla yükümlüyüz.
Turizm ve gastronomi çalışanları, aşçısından komisine kadar, yalnızca yemek pişirmiyor; aynı zamanda kültürümüzün ve medeniyetimizin temsilciliğini de yapıyor. Hazırlanan her sofra, sadece bir öğün değil, aynı zamanda barışın, birliğin ve paylaşımın köprüsüdür. Düğünlerde, bayramlarda, en mutlu günlerde insanları aynı masa etrafında buluşturan da işte bu kültürdür.
Ancak son yıllarda, aşçılık mesleğine yakışmayan, modaya kurban edilmiş bazı görüntülere şahit oluyoruz. Dekolteli aşçı üniforması, abartılı makyajlar, şov amaçlı sahneye dönüştürülmüş mutfaklar… Bunlar, mesleğimizin ruhuna ihanet eden görüntülerdir. Beyaz üniformamız, asaletin, hijyenin ve saygınlığın simgesidir. Abuk sabuk modaların değil, mutfak adabının temsilcisi olmalıdır.
Unutmayalım ki yemek, bir medeniyetin aynasıdır. Hangi toplumun, hangi kültürün yemeği olursa olsun, ismine sadık kalarak, aslına uygun pişirilmelidir. Yemeği eğlence malzemesi haline getirmek, onun özündeki ciddiyeti ve kültürel değerini zedeler. Biz aşçılar, sofraları şaklabanlık için değil; birleştirici bir kültür köprüsü kurmak için hazırlarız.
Mutfakta saç, sakal, kılık kıyafet, tırnak bakımı bile bir disiplinin göstergesidir. Aşçılık, sahne şovu değil, köklü bir medeniyetin emaneti olan kutsal bir meslektir.
Bugün bizler, bu toprakların ustalarından ilham alan bir nesiliz. Mutfaklarımızda pişen her yemek, sadece lezzet değil; aynı zamanda tarih, kültür ve edep taşır. İşte bu yüzden, modaya değil; geleneğe, kültürümüze ve mesleğimizin onuruna sadık kalmalıyız.