Bir düşünün: Dünyanın en güzel senfonisi, enstrümansız, sadece notalardan oluşan bir kâğıda dökülmüş olsaydı, yüreğinizi titretir miydi? Peki ya, en görkemli tablo, sadece bir paletin üzerinde karışmış boyalardan ibaret kalsaydı, ruhunuzda bir karşılık bulur muydu? Sinemanın büyüsü de biraz böyle başladı işte... Sessizlik, ekranın en gürültülü kahkahasıydı.
Pandomimin İhtişamı
1926'dan önce sinema, bir pandomim sahnesi gibiydi. Chaplin, Keaton, Lloyd... Hepsi sahnedeki o sihirbazlardı. Kamera, onların ellerini, bakışlarını, tökezleyen ayaklarını yakalayan bir sihirli aynaydı. Doğaçlama, provalar, deneme yanılma... Her biri, izleyiciye sunulacak mükemmel anın peşinde birer avcı gibiydi. Sinema, görsel bir şiirdi ve her kare, derin bir anlam taşıyordu.
Sonra mikrofon geldi. Ses, perdenin üzerine düşen bir gölge gibiydi. İlk başlarda bir yenilik, bir devrim olarak görüldü. Ama zamanla, o gölge büyüdü ve sinemanın görsel ihtişamını örttü. Artık her şey yazılıydı, planlıydı, kelimelerin esiriydi. Doğaçlama, "senaryoyu bozmak" oldu. Oysaki, büyük ustalar için senaryo, sadece bir başlangıç noktasıydı. Harold Lloyd'un o meşhur sözü, tam da buraya çakılan bir çivi gibi: "Senaryon bu filmi mahvediyor!"
Görsel Şölenin Son Kaledeki Direnişi
Ç. Chaplin, sessizliğin son şövalyesi gibi direndi. "City Lights" ve "Modern Times" adlı şaheserleri, adeta görsel mizahın manifestosu gibiydi. Onun kamerası, bir müzisyenin enstrümanı gibiydi; her hareket, her jest, notalara dönüşüyor ve izleyicide bir melodiye dönüşüyordu. Ama zamanın rüzgârına kim direnebilirdi ki? Nihayetinde o da kelimelerin dünyasına adım atmak zorunda kaldı.
Peki, bugün neredeyiz? Sinemalar, diyalog yağmuru altında ıslanmış durumda. İnsanlar birbirleriyle konuşuyor, zekice laflar havada uçuşuyor. Güzel de kelimelerin gölgesinde kalan görsel şöleni unuttuk mu? Bir bakışın, bir düşüşün, bir sürpriz anın verdiği o saf kahkaha nereye gitti?
Blues Brothers ve Görsel Mizahın Zaferi
"The Blues Brothers" filmini hatırlayın. Senaryoya bakarsanız, diyaloglar belki de bir komedi filmi için yeterli değildi. Ama o filmi unutulmaz yapan neydi? Onlarca arabanın dans edercesine birbirine girmesi, bir grup adamın köprüden uçurulması... İşte görsel mizahın zaferi! Kelimeler değil, görüntüler konuştu. Edgar Wright gibi modern zamanın sihirbazları, bu geleneği sürdürmeye çalışıyor. Ama onun sihri de senaryo kağıdına hapsedilemeyecek kadar özgür.
Risk mi, Tembellik mi? Asıl mesele şu: Görsel mizah neredeyse kayboldu? Yoksa biz mi onu unuttuk? Büyük prodüksiyonlar, risk almaktan korkuyor. Görsel şölenler, bütçe ister; fiziksel komedi, emek ve zaman gerektirir. Oysa diyalog odaklı komedi, daha güvenli, daha kontrol edilebilir bir liman. Ama unutmayalım: En derin denizler, en büyük risklerin ardında saklıdır.
Sessizliğin Yeniden Doğuşu
Belki de umut, bağımsız sinemanın kucak açtığı o küçük ama özgür adımlarda saklı. Dijital çağ, herkese bir kamera verdi. Belki de yeni Chaplin'ler, cep telefonlarıyla çektikleri kısa filmlerde doğaçlamanın, görsel şakanın peşine düşecek. Seyirci alıştı diye pes mi edelim? Hayır! Gerçek sanat, izleyiciyi değiştirmekle yükümlüdür.
Kim bilir? Belki yarın, bir çocuk, sokakta tökezleyecek ve o anı kameraya alacak. O düşüş, belki de yeni bir çağın ilk kahkahası olacak. Çünkü gerçek kahkaha, bazen bir bakışta, bazen bir düşüşte, bazen de sessizliğin en gürültülü anında saklıdır.
Sessizlik, aslında en güzel melodidir. Dinlemeyi unutanlarsa, onun sesini asla duyamaz.