Sinemanın tarihi, teknolojik gelişmelerin, anlatı tekniklerinin ve görsel estetiğin evrimiyle şekillendiği kadar; ideolojik kodların, önyargıların ve güç ilişkilerinin yeniden üretimiyle de şekillendi. Ne yazık ki bu üretim sürecinin en sancılı örneklerinden biri, beyaz olmayan insanların sinemada temsil edilme biçimlerinde yatıyor.
Hollywood başta olmak üzere sinema endüstrisinin büyük kısmı, ırksal stereotipleri sadece yansıtmadı, aynı zamanda yarattı, besledi ve kurumsallaştırdı. Bu yazı, ırkçı stereotiplerin sinemadaki tarihine kısa ama derinlikli bir bakış sunmayı amaçlıyor.
Stereotiplerin Doğuşu
Sinemanın ilk döneminde (1900–1920 arası), beyaz olmayan karakterler genellikle ya hiç yoktular ya da beyaz oyuncular tarafından karikatürize edilerek canlandırılıyorlardı. Bunun en dramatik örneği, D. W. Griffith'in tartışmalı başyapıtı olarak bilinen "The Birth of a Nation" (1915) filmidir.
Film, teknik açıdan sinema tarihinin dönüm noktası kabul edilse de içerik açısından bir utanç vesikasıdır. Siyah karakterleri "hayvani, tecavüzcü, yıkıcı" olarak betimlerken, Ku Klux Klan'ı bir kurtarıcı güç olarak sunar. Dahası, siyah karakterlerin çoğu siyaha boyanmış beyaz aktörler tarafından oynanmıştır — yani blackface uygulaması ile.
Bu dönemde siyah karakterler genellikle üç kalıba sıkıştırılır:
Samimi hizmetkâr (örneğin "Mammy" tipi)
Komik, budala yardımcı (örneğin "Stepin Fetchit" karakteri)
Vahşi, saldırgan suçlu (örneğin "Brute Negro" tipi)
1930–1950
Bu dönemde siyahi oyuncular artık ekranda daha fazla görünmeye başlar; ancak bu görünürlük çoğunlukla "efendiye sadık uşak", "neşeli aşçı kadın", "ağır konuşan, yavaş düşünen yardımcı" gibi kontrollü alanlar içinde gerçekleşir.
Hattie McDaniel, Rüzgar Gibi Geçti (1939) filmindeki Mammy rolüyle Oscar kazanan ilk siyahi kadın oldu — ama rolü, köleliğin romantize edildiği bir anlatının parçasıydı. Hâlâ bu zaferin ne kadar kutlanabilir olduğu tartışmalıdır. McDaniel bir keresinde şöyle demiştir:
"Beyaz perdede hizmetçiyi oynamak, gerçek hayatta hizmetçi olmaktan daha iyi."
Bu cümle, temsil sorununun ne kadar derin ve trajik olduğunu özetler.
1960'lar ve Medeni Haklar Dönemi
Medeni haklar hareketiyle birlikte sinemada bazı kırılmalar yaşandı. Sidney Poitier, bu kırılmanın sembolüydü. Guess Who's Coming to Dinner ve In the Heat of the Night gibi filmler, siyah erkeklerin ilk kez entelektüel, onurlu, baskın figürler olarak temsil edildiği işlerdi.
Ancak burada da başka bir tuzak vardı: "Günahsız, melek gibi siyah adam" arketipi. Bu, beyaz izleyiciyi rahatsız etmeyecek ölçüde "güvenli" bir temsildi. Bu dönemde, siyah karakterlerin "insanlaştırılması", ancak sistemle uyumlu olduklarında mümkündü.
Blaxploitation Patlaması
1970'lerde, siyah izleyici kitlesinin talebiyle şekillenen Blaxploitation (Black + Exploitation) türü doğdu. Bu filmlerde siyah kahramanlar suçla, yolsuzlukla, beyaz baskısıyla mücadele eden güçlü figürler olarak karşımıza çıktı. Shaft, Foxy Brown, Super Fly gibi filmler bu dönemin ürünleriydi.
Her ne kadar güçlenmiş temsiller sunsalar da bu filmler de genellikle şiddet, seks ve uyuşturucuyla iç içeydi ve yeni bir stereotip yaratıyorlardı: sert ama ilkel "siyah kahraman".
Yeni Klişeler mi?
90'lar dönemide, siyah karakterler artık komedi ve aksiyonda daha sık yer buldu. Eddie Murphy, Denzel Washington, Morgan Freeman gibi isimler öne çıktı. Ancak burada da belirli roller dikkat çeker:
"Siyah mentor" (white savior hikâyelerinde, siyah bilge karakter beyaz karakterin gelişimini sağlar)
"En iyi arkadaş" (asla ana karakter olmaz)
"Ghetto kurbanı" veya "şiddete bulaşmış genç" (özellikle Boyz n the Hood tarzı filmlerde)
2000'ler ve Ötesi Ne Değişti?
Son yıllarda, siyah yönetmenlerin sayısındaki artış ve bağımsız sinemanın yükselişiyle birlikte, ırk temsili anlamında büyük gelişmeler yaşandı. Jordan Peele (Get Out, Us), Barry Jenkins (Moonlight), Ava DuVernay (Selma, 13th), Ryan Coogler (Black Panther) gibi isimler, siyahi karakterleri çok daha insani, çok katmanlı ve özne olarak ele aldı.
Özellikle Get Out filmi,"ırksal gerilim korkusu"nun modern bir versiyonunu sundu ve izleyiciye artık sadece eğlencelik değil, yüzleştirici bir korku yaşattı.
Sinema, Ayna Değil Mercek Neden Olmadı
Sinema sadece bir "eğlence" biçimi değil. Aynı zamanda toplumsal bilinçaltının sahneye çıktığı bir platformdur. Irkçı stereotipler, sadece geçmişin bir mirası değil; bugün de hâlâ sinsice devam eden, değişen biçimlerde karşımıza çıkan temsillerdir.
Dolayısıyla bu tür temsilleri sorgulamak, yalnızca "politik doğruculuk" değil, etik sinema izleyiciliğinin bir parçasıdır.
Bazı filmler hâlâ çok güzel görünüyor olabilir. Ama dikkatli baktığınızda, fonda hâlâ şu sesi duyabilirsiniz: Açıkçası canım, umurumda bile değil.