Fatma Ece Gödeoğlu

Huxley’in Gölgesinde Yapay Zekâ ve Sosyal Medya Distopyası

13.08.2025 16:22
Haber Detay Image

Ne zaman elim telefona uzansa, bir bildirim düşse… Ya da bir video akışta beni 20 saniyeliğine bile içine çekse… Aklıma tek bir şey geliyor: Huxley.

Evet, Aldous Huxley.

1932 yılında yazmıştı Brave New World'ü, ama sanki bugünü anlatmıştı.

Ya da belki biz, o dünyayı yavaş yavaş inşa ettik.

Ekranlarımıza baka baka, seçim yaptığımızı sanarak, aslında yönlendirildiğimizin farkında bile olmadan…

Düşünüyorum da acaba gerçek bir tehlike sinsice mi gelir?

Yani öyle çığlık çığlığa değil de güler yüzle, "senin için buradayım" diyerek mi?

Tıpkı sosyal medya gibi.

Tıpkı yapay zekâ gibi.

Tıpkı Huxley'in kehaneti gibi.

Algoritmaların Kafesi: Seçim mi, Dayatma mı?

Huxley'in distopyasında insanlar doğuştan bir sınıfa ait. Alfa mısın, Epsilon mu? Sorgulamazsın.

Peki ya biz?

Sosyal medya algoritmaları bugün bizi sınıflandırıyor ama çok daha kibar biçimde.

Bize ne izleyeceğimizi, hangi reklamı göreceğimizi, hangi şarkıyı seveceğimizi söylüyor.

Ama fark ettirmeden.

Beğenilerimizle, tıklamalarımızla, duraksadığımız videolarla bize bir profil çiziyor.

Ve sonra o profilin dışına çıkmamamız için bizi sarmalıyor.

Yani özgürüz gibi hissediyoruz, ama aslında yönlendiriliyoruz.

Tıpkı Huxley'in dünyasındaki gibi.

Seçim değil, seçenekler içinde seçim yanılsaması.

Soma Yok

Hani Huxley'in romanındaki "soma" vardı ya…

İçtin mi dert kalmaz. Hüzün? Yok. Acı? Hiç gerek yok.

Bugün ise elimizde telefonlarımız var.

Bildirim sesi geldiğinde duyduğumuz küçük sevinç…

Instagram'da bir beğeni daha, Twitter'da bir etkileşim…

Modern "soma" bu işte.

Gerçek hayatta karşılaştığımız duygularla baş etmek zorlaştı.

Çünkü sosyal medya bize hızlı, cilalanmış, sorunsuz hayatlar gösteriyor.

Ve biz bu görüntülerle uyuşuyoruz.

Filtreli mutluluklara alışınca, filtresiz gerçekler boğucu geliyor.

Yapay zekâ bize yardımcı olmak için var gibi görünüyor.

Soru soruyoruz, yanıt veriyor.

Ne izleyeceğimize ne giyeceğimize, neye gülmemiz gerektiğine kadar fikir sunuyor.

Ama bu yardımcı ne zaman efendiye dönüştü, fark etmedik.

Yaratıcılık bile onun alanına kaydı.

Şiir yazıyor, resim yapıyor, beste çıkarıyor.

Bir gün kararlarımızı da o mu alacak?

Yoksa biz, çoktan kendi karar mekanizmamızı devretmiş miyiz?

Sosyal medya sayesinde herkesle bağlantıdayız, ama kimseyle gerçekten temas hâlinde değiliz.

Romanda aşk yoktu, sadece anlık temaslar vardı.

Bugünse ilişkiler story'lerde, kelimeler emojilerde.

Samimiyet azaldı, derinlik neredeyse yok oldu.

Konuşmak mahrem bir eylem hâline geldi.

Ve mahremiyet, yapay zekânın erişemediği tek şeydi belki de.

Onu da kendimiz terk ettik.

Orwell Sansürle Korkuttu, Huxley Konforla Teslim Aldı

1984'te baskı vardı. Kitaplar yasaktı.

Ama Huxley'in distopyasında her şey serbestti, sadece kimse merak etmiyordu.

Bugün kimse kitapları yasaklamıyor. Ama okumuyoruz.

Zor sorular sormuyoruz.

Fikirler yerine sloganlar, düşünce yerine içerik tüketiyoruz.

Ve bütün bunlar olurken, özgür olduğumuzu zannediyoruz.

İşte asıl tehlike bu.

Bizi zincirle bağlamadılar.

Biz, altın kaplama bir kafese isteyerek girdik.

Huxley'in distopyası sessizdir.

Gülümseyerek gelir.

Bugünkü teknolojik sistemler de öyle.

Yapay zekâ ve sosyal medya, hayatımızı "kolaylaştırırken" bizi biz yapan şeyleri elimizden alıyor.

Kendi duygularımızı, düşünce sistemimizi, tercih mekanizmamızı başkalarına devrediyoruz.

Ve bunu "rahat" olduğumuz için yapıyoruz.

Şimdi soralım:

Biz hâlâ düşünen, sorgulayan bireyler miyiz?

Yoksa algoritmaların şekillendirdiği bir "profil" mi?

Belki de en tehlikeli distopya, içinde yaşamaya alıştığımızdır.

Ve belki de Huxley, bu yüzden hâlâ bu kadar güncel.

Yazarın Tüm Yazıları

title