Burcu Kösem

Gazze: Vicdanın jeopolitiği

09.09.2025 10:12
Haber Detay Image

İnsanlık tarihine şöyle bir bakıyorum da; her çağın kendi utanç sahneleri olduğunu görüyorum. Ama uzun zamandır Gazze'de yaşanan, sadece bir çağın utancı değil; bütün insanlığın vicdanını sınayan, geleceğin tarih kitaplarına kara harflerle yazılacak türden bir imtihandır. Çocukların açlıktan öldüğü bir coğrafyada ne uygarlık iddiası kalır, ne de medeniyetin onuru. Gazze'nin karanlık gecelerinde açlıktan susan bebeklerin dışa vuramayan çığlığı, aslında hepimizin kulağında yankılanıyor; ama maalesef kimimiz duymak istemiyor bu çığlıkları...

Son resmi açıklamalara göre, 7 Ekim'den bu yana, 64 binden fazla Filistinli yaşamını yitirmiş; yaralıların sayısı ise, çoktan yüz binleri aşmış durumda. Yaşanan ölümlerin büyük kısmı da kadınlar ve çocuklar...

Siyasetin soğuk diliyle yazılmış raporlar, toplantı salonlarında dolaşan diplomatik ifadeler, savaş uçaklarının gölgesinde kaybolan çocuk çığlıklarını örtebiliyor mu? Hayır!

Bu soykırım girişiminde açlık, susuzluk ve kuşatmanın artık savaşın "yan etkisi" değil; bizzat stratejisi olduğunu görüyorum. Bu çıplak gerçeğin karşısındaki suskunluk ise, sadece ahlaki bir zafiyet değil, politik bir iflastır kanımca.

Dün (8 Eylül) Refah Sınır Kapısı'nda Türkiye'den bir çağrı yükseldi. Cumhur İttifakı/AK Parti heyeti insani dramı bu kez de Refah Sınır kapısından dünyaya hatırlattı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hasan Basri Yalçın, yardımların önünün açılmasını, ablukaların kaldırılmasını, Gazze'nin yalnız bırakılmamasını güçlü cümlelerle vurguladı: "Herkes sussa da Türkiye susmayacak." Bu açıklamalar, sadece diplomatik nezaket değil; insanlık hukukunun da çağrısıydı. Dün söylenen sözler, kanayan bir coğrafyanın değil, insanlığın vicdanının sesiydi.

Aynı saatlerde ise, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze kentine "şehri terk edin" uyarıları yaptı; kara harekatına hazırlık, "güçlü bir ana operasyon", "yıkılan elli bina"... Bu sözler ise, bana siyasetin gücünü değil, ahlakını yitirişini hatırlattı. Sivillerin sistematik biçimde aç bırakılması, zorla yerinden edilmesi, şehirlerin yaşama imkanı ortadan kaldırılarak "boşaltılması" tehdidi—bütün bunlar, çağdaş hukukta adı konmuş savaş suçları literatürünün tam kalbinde duruyor. Bu nedenle yalnızca kınıyorum demiyorum: Ulus devlet liderleri acil bir ortak iradeyle bu gidişata "dur" demek zorunda diyor; aksi halde tarih, sessiz kalanları suça ortak yazacak diye haykırıyorum...

Dünyanın vicdanı sokaklarda da akıyor:

Brüksel'de on binler "Red Line for Gaza" diyerek Avrupa'nın orta yerinde kırmızı bir çizgi çekti; Akdeniz'de Global Sumud Filosu Gazze'ye ulaşmak için seferde, Tunus limanında binlerce kişi tekneleri karşıladı. Küresel sivil toplumun bu ortak dili—yürüyen bedenlerin, yükselen pankartların dili—bana şunu hatırlatıyor: Uyanamayan ulus devlet liderlerinin geciktirdiği adalet, bazen halkların sokağında yer bulur.

Ben 2 gündür Londra sokaklarında yürüyorum. Çok sayıda insanın Filistin'e destek tişörtleri giydiğini görmek içimi ısıtıyor. Diğer taraftan aynı sokakta, 2-3 kişinin İsrail bayrağı yanında Netanyahu'nun resmini göğsünü gere gere taşıyışını görünce de içim burkuldu. Kimseyi hedef göstermek için yazmıyorum; fakat ne olursa olsun bir yerde savaş suçu işleniyorsa, bir ülkenin lideri çoluk çocuk demeden saldırıyorsa ve soykırım iddiaları artık dünya kamuoyunun gündelik kelimeleri haline geldiyse, o bayrağı tam da bugünlerde taşımak—en azından—vicdanla yüzleşme sorumluluğunu doğurur. İsrail toplumunun, özellikle de Netanyahu'nun politikalarını onaylamayan halkının, daha gür bir sesle "Yeter" demesi bugün her zamankinden daha hayati. Aksi halde bu canavarı durdurmak zorlaşacak; çünkü halkı yeterince ses çıkarmadıkça Netanyahu'nun tutumu daha da sertleşecek...

Sezai Karakoç'un bir dizesi kulağımda: "Ve insan, bir derin yara gibi taşır acısını." Evet bizde bu acıyı taşıyoruz—ama taşımak yetmiyor artık. İyilik, ancak çoğaldığında dünyayı kurtarır. Refah kapısında yükselen çağrı, Brüksel'de atılan slogan, Akdeniz'de ilerleyen küçük bir teknenin direnci... Bütün bunlar birleştiğinde, tarih "vicdanın jeopolitiği"nin nasıl yazıldığını görecek, inanıyorum!

Ben söylemeye, konuşmaya ve yazmaya, devam edeceğim. Bir kadın, bir anne ve bu toprakların bir ferdi olarak açıkça ilan ediyorum: Gazze'nin yanındayız; Gazzelilerin yanındayız. Netanyahu'nun tehditleri, şehirleri boşaltma çağrıları, açlığı silaha çeviren kuşatmaları bizi durdurmamalı; aksine daha çok konuşturmalı. Çünkü susarsak, yarın kendi çocuklarımızın gözlerinin içine bakacak cesareti bulamayız. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta Şanghay Zirvesi'nde, liderlere: "BM'yi küresel adaletin platformu haline getirmek hepimizin mesuliyetidir" derken Türkiye'nin tavrını yine net biçimde ortaya koydu.

Son sözüm şudur: Bizlerin sesi de; Üniversitelerde, sendikalarda, meslek odalarında, inanç cemaatlerinde, parlamentolarda, belediyelerde—nerede bir insan topluluğu varsa—hukuka, vicdana ve hayatın kutsallığına çağrı yükselsin. Bugün sesimizi çoğaltırsak yarın çocuklarımız, "Biz o gün sustuk mu?" diye sormak zorunda kalmayacak...

Yazarın Tüm Yazıları

title