Bir anne olarak biliyorum: Aile, çocuğun dünyaya tutunduğu ilk yer. Bir iş kadını ve de bir STK başkanı olarak da görüyorum: Ailenin gevşeyen her bağı, toplumun direncinden eksiltiyor. Bugün bağımlılık, bu bağları içeriden kemiren en güçlü risklerden biri; üstelik yalnızca alkol, uyuşturucu ve kumarla sınırlı değil. Telefon, sosyal medya, çevrim içi oyunlar ve sanal bahis… Hepsi aynı nörobiyolojik mekanizmayı tetikliyor; ödül sistemini ele geçirip iradeyi zayıflatıyor, iletişimi koparıyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da yapılan sağlık yatırımlarında Sağlık Bakanı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, Sancaktepe Şehir Hastanesi bünyesinde "bağımlılıkla mücadeleye odaklı bir bölüm" açıldığını, bu çalışmanın Sayın Emine Erdoğan'ın da yakından takip ettiği örnek bir proje olduğunu vurguladı. Bu adım, devletin bağımlılıkla mücadeleyi sadece sağlık değil, aynı zamanda toplumsal dayanıklılık meselesi olarak gördüğünü ortaya koyması açısından önemliydi. Bu haberin ardından bağımlılık meselesine biraz daha yakından bakmak istedim…
Ve gördüm ki; bağımlılık dediğimiz meselenin yarısı evlerimizin içinde ne yazık ki… Telefon bağımlılığı ise, artık en yaygın ve en büyük tehdit. Türkiye'de 2025 başında sosyal medya kullanıcı sayısı 58,5 milyona ulaşmış; ortalama günlük kullanım ise, 2 saat 40 dakikanın üzerine çıkmış durumda. Hatırı sayılır sayıdaki kullanıcı ise, uyanık kaldığı sürenin neredeyse yarısından fazlasını ekranda geçiriyor. Dünya Sağlık Örgütü 2–4 yaş için ekran süresini günde en fazla 1 saat, 2 yaş altı içinse hiç tavsiye etmezken; anne babalar günlük telaş içinde, anlık huzur bulmak için çoğu zaman yemek masasında bile çocuklarının önüne tablet ya da telefonu açmakta.
Bilimsel çalışmalar da tehlikenin boyutunu net şekilde ortaya koyuyor. "iPhone etkisi" olarak adlandırılan araştırmalar, masada duran bir telefonun bile yüz yüze sohbetin empatisini azalttığını gösteriyor. JAMA Pediatrics'te yayımlanan 2024 tarihli bir çalışma ise, ekran süresinin ebeveyn-çocuk konuşmalarını azalttığını net şekilde ortaya koydu. Psikologlar bu durumu "technoference" olarak adlandırıyor: Yani teknoloji, aile içi etkileşime doğrudan müdahale ediyor. Sonuç; çocuklarda dil gelişiminin, duygusal okuryazarlığın ve empati becerilerinin zayıflaması.
Sezai Karakoç'un "Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere" feryadı, yuvanın ışıksız kaldığında nasıl birer konaklama yerine dönüştüğünü anlatıyordu. Ne yazık ki bugün de ekranların ışığı, aile ocağının gerçek sıcaklığının yerini almış durumda.
Türkiye'nin güvenilir akademisyenleri de uyarılarda bulunuyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aile içi iletişimin zayıf olduğu ortamlarda sosyal medyanın çatışmayı artırdığını, "görünüyorum öyleyse varım" anlayışının gençlerde benlik yaralanması yarattığını söylüyor.
Mehmet Âkif'in Safahat'ta dile getirdiği gibi, kötü alışkanlıklar önce evin kapısından girer ve aileyi çökertir. Onun "meyhane" ve "kahvehane" üzerinden yaptığı uyarılar, bugün sanal bahis, sonsuz ekran kaydırmaları ve dijital bağımlılıklar için geçerli. Dolayısıyla zaman değişse de aileyi yıkan alışkanlıkların biçimi değişmiyor…
Aslında aile, her şeyden önce çocuğun ilk ahlak okuludur. Bu okulda ders kitapları değerlerdir; öğretmenler anne-babanın davranışlarıdır. Eğer bu okulun sınıflarına ekranlar hakim olursa, merhamet, fedakarlık ve paylaşma dersleri eksik kalır.
Peki, aileler olarak biz ne yapabiliriz?
Amerikan Pediatri Akademisi ailelere "Aile Medya Planı" oluşturmalarını, evin belirli alan ve zamanlarını ekranlardan tamamen arındırmalarını tavsiye ediyor.
Biz evimizde/ailemizde şu adımları benimsiyoruz:
• Aile Anlaşması: Ekransız alanlar (yemek masası, yatak odaları) ve ekransız zamanlar (uyumadan 1 saat önce telefonu bırakmak)
•Şarj Noktası: Telefonları gece boyunca çocukların odasında değil, ortak bir alanda şarj etmek.
• Ritüeller: Her gün 30-45 dakikalık telefonsuz bir aile sohbeti ya da oyun zamanı.
• Erken Uyarı: Ders notlarında düşüş, uyku bozukluğu, gizli kullanım gibi işaretleri takip ederek bunun üzerinde karşılıklı bir değerlendirme.
• Dijital Hijyen: Uygulama mağazası kısıtlamaları, içerik filtreleri ve süre yönetimi.
Alev Alatlı'nın uyardığı "toplumsal afazi", ekran çağında aile içi dilden ve şefkatten kopuşun en çarpıcı tezahürü. Aynı masada oturup farklı dünyalara dalan bireyler, ortak dilini yitirirken; bağımlılık, bu kopuşun en sinsi sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Devletin açtığı rehabilitasyon merkezleri ve Sağlık Bakanlığı'nın attığı adımlar kadar; Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ın ilan ettiği, devletin himayesinde ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın koordinasyonunda yürütülen Aile Yılı vizyonu da büyük önem taşıyor. Çünkü asıl mücadele, evin kapısından içeri adım attığımızda başlıyor. Biz anneler ve babalar olarak elimizi taşın altına koymadıkça, bu tabloyu değiştirmek de kolay olmuyor.
Son olarak ben inanıyorum ki; Aile, bağımlılığa karşı ilk kale. O kaleyi koruduğumuz ölçüde, sadece çocuklarımızı değil, geleceğimizi de korumuş olacağız.